
Dijital medya, özel savaş kurşunlarının durmadığı en kritik cephe. Bahsi geçen konunun içinde kaybolmayıp, bu kurşunların hedefi olmamaya özen gösterilmeli. İlgilenmesek dahi maruz kaldığımız bu gibi konuları doğru okuyup, savunma mekanizması inşa etmeliyiz.
Heval Deniz Kaya
Bir cumhuriyet klasiği “Türkiyeli” olma tartışması, artan hava sıcaklıklarının etkisinden olsa gerek, yeniden ısınmış bulundu. Ultraviyole (UV) güneş ışınları, önce “Bu ülkenin çocuğu” olan oyuncu Oktay Kaynarca’yı, daha sonra “Türk” olan İlber Ortaylı’yı hedef aldı. Kürtlerin kayyım garabetiyle uğraştığı sırada bir boşluk yakalayıp, “Türkiyeli” ve “Türk” olmak arasındaki farkın hesaplandığı bir denklem oluşturuldu.
Esas itibariyle bu gibi gündem yıkıcı meseleleri ele alıp temellendirilmesine bilinçsizce katkı vermek pek doğru bir tutum değil. Ancak bunun tam aksini hedefleyerek meselenin doğru okunmasına yardımcı olabilmek adına, tartışmanın ciddiyetsizliğinin fark edileceğini umarak, bir kez olsun üzerine yazmak istedim. Mademki “eşitliğin” diğer tarafına dolaylı olarak biz Kürtler konulduk, gelin bu denklemi bir de biz çözümlemeye çalışalım.
ACAYİP TANIMLAR
Konunun başı, Oktay Kaynarca’nın daha önceden katıldığı bir televizyon programında kendini “Türkiyeli” olarak tanımladığını ifade etmesi ve bunun sözde bir karalama kampanyası olarak yeniden öne sürülmesi. Daha sonra Kaynarca, “(…)bu topraklarda yaşayan herkese ‘Türkiyeliyim’ dedirtmek adına Türkiyeli bir Türk’üm” ifadelerini kullanarak karşılık verdi. İlber Ortaylı ise “İsteyen Türk olur istemeyen olmaz (…) Senin yüzünden ‘Türkiyeli’ falan gibi acayip bir tabire giremem” dedi. Ortaylı kısmen haklı olsa bile konuyu ya yanlış okuyor ya da bilerek bu şekilde ele alıyor. Zira buradaki mesele Türklerin Türkiyeli olabilişi değil. Mesele Kürtlerin, Ermenilerin ve daha birçok etnik kimliğin kendi olamayışları. Haklı olduğu nokta ise “Türkiyeli” tanımının gerçekten acayip durması.
STRATEJİK ÇATIŞMA GELENEĞİ
Acayip olan diğer konu ise bu tartışma kılıklı meselede Türk dışında hiçbir etnisitenin adı dahi zikredilmeyişi. Madem öyle ne diye kendimi ortaya atıyorum, ne diye bu saçmalığın bir parçasıymış gibi davranıyorum ki? Çünkü gözlemlediğim şey şu: Kürt yahut Türk olmayan başka biri, bu meseleyi okuduğu vakit kendini Türk olarak tanımlamamayı kabul edebilse bile hemen ister istemez kendini geriye bırakılmış tek seçenek Türkiyeli olarak konumlandırabiliyor. Bu biçimde düşünmeyi öğrenebiliyor. Oysa bu konunun bir parçası olarak hissetmemeliydi. Türk’ün tek dostu Türk (!) ile girmiş olduğu bir çatışmanın ortasında kendisinin ne işi vardı?
Bir diğer boyutuyla da yapılmaya çalışılan şey aslında yeni bir “üst kimliğin” temellerini atmak. Kürtler alt kimlik sahibi olmadığını öğrendi. Kürtler, Türk’ün üst kimlik olmadığını da öğrendi. O zaman Kürtler de Türkiyeli olsun, öyle mi? Yeter ki Kürtler Kürt olmasın, hatta Türk’ten başka kimse olamasın. O zaman Kürtlerin anlaması gereken asıl nokta, biraz önce bahsetmiş olduğum eşitliğin diğer tarafında olmanın bir aldatmaca, eşitsizliğin inkâr edilemez olduğudur. Kısacası kimlik tartışmalarına gerek duyulmadığı bir yerde, tartışmaları bertaraf eden bir tutum sergilemeliyiz.
ESAS GÜNDEM KAYYIM MESELESİDİR
Dijital medya, özel savaş kurşunlarının durmadığı en kritik cephe. Bahsi geçen konunun içinde kaybolmayıp, bu kurşunların hedefi olmamaya özen gösterilmeli. İlgilenmesek dahi maruz kaldığımız bu gibi konuları doğru okuyup, savunma mekanizması inşa etmeliyiz. Zira ilk bakışta meselenin parçası olduğumuz anlaşılmasa da yüzeye yakın bir derinlikte özne olduğumuzun farkına varmalıyız. Zaten bir kimliğimiz varken alternatiflere kulak tıkamalı, alternatif olamayacağını bilmeli, kendi gündemimizi ayakta tutmalıyız. Şu anda tüm toplumu ilgilendiren en kritik şey kayyım meselesidir. Herkes ortadaki irade gaspını tüm hatlarıyla ele almalı, kimse popüler olanın büyüsüne kapılmamalıdır.